Bilgisiz ve cahil kitlelerin oylarıyla seçilen bir hükümetin
topluma faydası olur mu?
Ekonomiden, hukuktan, dış politikadan, siyasetten anlamayan
insanların yaptıkları seçimden bir ülkeye fayda gelir mi?
Bir ülkeyi kimin yöneteceğine eğitimsiz kitleler yerine
seçkinler karar verse daha iyi olmaz mı?
Daha iyi eğitimli, daha kültürlü, daha görgülü, daha köklü
ailelerden gelen insanların yöneteceği bir ülke bütün toplum kesimleri için
daha iyi sonuçlar vermez mi?
Seçkin bir azınlığın yöneteceği bir ülke daha çağdaş daha
uygar bir yer olmaz mı?
Francis Galton böyle düşünen ünlü bir bilim adamıydı.
Ona göre ülke
yönetimi seçkin bir gruba teslim edilmeliydi. Ülkeyi yönetecek sınıf özel
olarak yetiştirilmeliydi.
Bu sınıfı yaratmak sadece eğitimle olacak bir iş değildi,
bunun için daha derine inmek lazımdı.
Bu amaca ulaşmak için
Galton, seçilmiş kişilerin birbirleriyle evlendirilmeleri gerektiğini
düşünüyordu.
Üstün insanların evliliklerinden doğacak çocuklar saf bir
ırk oluşturacaktı.
Böylelikle daha iyi genlere sahip olan insanların yöneteceği
bir ülkenin hayat kalitesi yükselecekti.
Bir toplumun ırkını iyileştirerek daha nitelikli bir toplum
yaratma düşüncesine Öjenizm (Eugenics) deniyor.
Yirminci yüzyılın başında popüler olan bu düşünce Nazi
ideolojisini besleyen en önemli unsurlardan biri oldu.
İkinci Dünya Savaşı’nda
Almanya’da Nazi iktidarında milyonlarca Yahudi’nin katledilmesiyle sonuçlanan
bir insanlık dramından sonra Öjenizm düşüncesi terk edildi.
Kimse bunu dile getirmez oldu.
Bu düşünce terk edildi ama zihinlerimizde hala izleri
duruyor. Toplumun bazı kesimleri hala “seçkin azınlığın” ülkeyi daha iyi
yöneteceğine inanıyor.
Aslında ülkeyi
elit (seçkin) bir azınlığın yönetmesi fikri çok daha eskilere dayanır. Eğitimsiz kitlelerin kendi çıkarlarını bilmeyecek kadar cahil olduğu ve kendilerini yönetecek
insanları seçme konusunda ehliyetli olmadıkları fikri Fransız İhtilali
döneminde Jakobenler (Jacobins) tarafından savunulan bir fikirdi.
Jakobenler, eğer “donsuzlara” (sans
culottes) (yani o zamanların işçileri ve esnaflarına) oy hakkı verilirse bunların kendilerine
benzer insanları seçecekleri tehlikesine işaret ediyorlardı.
Jakobenlere göre devletin seçkin bir azınlık tarafından
yönetilmesi gerekliydi; ülke yönetimi “donsuzlara” emanet edilemeyecek kadar
ciddi bir işti.
Hepimizin bildiği gibi, 1789’da Fransa’da geniş halk
kitlelerinin “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” talepleriyle başlayan ihtilal, hem
Fransa’ya hem de diğer Batı ülkelerine demokrasiyi getirdi. Jakobenlerin
seçkinci, tepeden inmeci fikirleri yenilgiye uğradı; eşitlik fikri kazandı.
Kazandı kazanmasına ama bugün hala batı ülkelerinde bile
demokrasinin gerçekten iyi bir yöntem olup olmadığını tartışanlar var.
Bu görüşü savunanlar eğitimsiz kitlelerin doğru seçim
yapamayacağını düşünüyor.
Onlara göre bir
ülkenin geleceğine eğitimsiz insanların yön vermesi felaketle sonuçlanabilecek
kadar tehlikeli bir durum. (Dağdaki Çobanla Doktorun Oyu Aynı Mı?)
Bizim ülkemizde de “halkı” ve “halkın zevklerini”
küçümseyerek seçkin azınlığı yüceltenler var.
Demokrasiye inananlarmızın bile içinde bir şüphe vardır; bir
türlü emin olamazlar.
Ne de olsa halk,
eğitimsiz ve bilinçsiz bir sürüdür; kendi başına karar alamaz, alsa da bu karar
isabetli olmaz.
Fakat yapılan
deneyler tam tersini söylüyor:
Geniş kitleler doğru
karar alma konusunda son derece yetkin ve beceriklidir . Üstelik bu deneyler
bize geniş kitlelerin uzmanlardan oluşan küçük bir azınlığa kıyasla çok daha
isabetli kararlar aldığını kanıtlıyor. Kulağa ters geliyor; ama eğer yeterince
büyük ve çeşitliliği olan bir kitle oluşturulursa bu kitlenin ortak aklı, onu
oluşturan bireylerin akıllarının toplamından daha üstün oluyor. (Biz Benden
Akıllıyız) Kitlelerin Bilgeliği kitabının yazarı
James Surowiecki’ye göre
karar vericilerin sayısı ne
kadar azalırsa hatalı
karar alma ihtimali de o kadar artar.
Bunun tersi olarak da
özellikle toplumsal konularda eşit derecede bilgilendirilmiş farklı özellikteki
kişiler, birbirlerinden bağımsız olarak oy kullanırlarsa kararlar o kadar
isabetli olur.
Bir oylamada insanlar
birbirlerinden ne kadar farklı düşüncelere sahip olurlarsa aralarındaki görüş
farkı ne kadar fazla olursa oylamanın sonucu o kadar isabetli olur.
Türkçeye
de çevrilen “Kitlelerin
Bilgeliği” kitabında yazar, birçok örnek vererek hiç eğitimi olmayan, oylama yaptıkları konular hakkında hiç uzmanlıkları bulunmayan
insanların nasıl isabetli kararlar verdiklerini anlatıyor.
Şaşırtıcı bir
şekilde, büyük kalabalıklar konunun uzmanlarına göre çok daha doğru karar
veriyorlar.
Surowiecki’ye göre,
1. Eğer bir oylama sırasında her katılımcıya
eşit derecede bilgi verilirse
2. Oy kullananlar
birbirlerinden farklı düşüncelere sahip olurlar ve bu düşüncelerini özgür
olarak oy sandığında ifade edebilirlerse
3. Sandık başında
gittiklerinde kendilerinden önce oy kullananların hangi oyu kullandıklarını
bilmeden oy kullanırlarsa 78kitlenin ortak kararı her zaman en isabetli karar
olur. Kitabın en eğlenceli kısmı ise seçkin bir azınlığın daha iyi karar
verdiğini ispatlamak üzere deneyler yapan Francis Galton’un bile kendi yaptığı
deneylerde geniş kitlelerin kararlarının daha doğru olduğu sonucuna varması.
Riİster ülke ister şirket yönetimi söz konusu olsun, tek bir kişi veya dar bir
yönetici grup yerine daha geniş kesimlerin katılmasıyla alınan kararların
kalitesi daha yüksektir.
Siyasette de şirket
yönetiminde de kendi içine kapanan küçük bir grup önünde sonunda yanlış yapar.
-Siyasi liderlerden beklenen, katılımı artıracak ortamı
hazırlamaktır.
Bir toplumda katılımcılık ne kadar artarsa alınan kararların
isabeti de o ölçüde artar.
James Surowiecki “En iyi kararlar fikir birliği, fedakarlık
ve uzlaşmanın değil tam aksine muhalefet ve çatışmanın ürünündür.” der.
Toplumsal ve siyasi konularda kitlelerin iyi bir seçim
yapması için iyi eğitimli olmasına gerek yoktur. Demokratik bir ortam ve uygun
koşullar yaratıldığında kitlelerin seçimi isabetli olur.
Fakat bu fikri kabullenmek kolay değildir. Eğitimli
olanların daha iyi karar vereceklerine inanırız.
Bundan iki yüz yirmi iki sene önce Fransız İhtilali
döneminde insanlığın varmış olduğu akıl düzeyini bugün hala tartışmaya devam
ediyoruz. İki asır önce Fransa’da demokrasi fikri galip gelmişti; ama bugün
hala bu fikri tam anlamıyla benimsemiş değiliz.
Toplumun kolektif olarak aldığı karar, bireysel olarak bizim
hoşumuza gitmeyebilir. Böyle düşünmek yerden göğe kadar hakkımızdır. Bu kararın
bize uyması ya da uymaması, bizim işimize gelip gelmemesi ayrı bir konudur.
Amacım, “Kitlelerin sağduyusunu kabul edelim, demokrasinin
gereği budur.” gibi klişe bir söylemi tekrarlamak değil.
Demokrasiye elbette inanıyorum; ama bunun ötesinde: Bazı
kesimlerde yaygın olan “Eğitimsizler doğru seçim yapamazlar.” iddiasının aksine
karar alma konusunda kalabalıkların azınlıklara kıyasla daha iyi performans
gösterdiklerine dikkat çekmek istiyorum.
Büyük kalabalıkların, özellikle toplumsal konularda,
“kolektif bir zekâya” sahip olduğunu düşünüyorum.
Yorumlar