31 Aralık 2015 Perşembe

Heyecanlıyım, çok melekli bir yıl başlıyor!

Sevgili Yeni Yıl, yıllardır karlı yeni yıl sabahına uyanmayı hayal ediyorum, bu sene oldu sayende. En son ne zaman yılbaşı günü kar yağmıştı, hiç anımsamıyorum bile. Belki de ben çocukken... İnsan hayaline sımsıkı sarılırsa gerçekleşiyor bak işte.! Yaşamak böyle bir şey belki de; beklemek, umut etmek, umut ekmek ve sonrasında gümbür gümbür gelen coşku...



karlı sabaha uyanmak ne güzel...
Sabah kalktığımda gördüğüm manzaranın fotoğraflarını çektim acemice. Bu muhteşem görüntülerin izi kalsın istediğimden, ya da bu güzellikleri paylaşabilmek için. Ne bileyim, hiç tanışmasam da arkadaşım olarak kabul ettiğim sevgili "Kalemimden Yazılar" ve "Bahçeperim", Ege illerinde kar göremiyor diye belki de... 
Ege illerinde kar göremeyenlere beyaz kristaller içinden sevgi ve umut göndermeyi istemek ne güzel bir yeni yıl dileği...

kalpsiz olmaz!
İnsan tazeleniyor, insan umut ediyor, insan coşuyor. Yeni yıl da neymiş diyorlar ya, işte bu demek aslında... Böyle benim gibi sabahın kör saatinde kalkıp içinden geçenleri çalakalem yazıvermek demek. Kar tanelerine dokunarak mutluluğu içine çekmek demek...

melekler korusun!
Gördüğüm her yer bembeyaz... Masalsı bir güzellik var sokaklarda. Bütün çöpler örtülmüş, geçmişin bütün izleri silinmiş, bütün kırgınlıklar bitmiş, haksızlıkların hepsi yok olmuş gibi. Kirden, çirkinlikten arınmış gibi her yer ve sanki bütün insanlar yeni doğmuş çocular gibi... En güzel olan da nedir biliyor musun sevgili yeni yıl, eşitlik var karla kaplı sokaklarda!
Tabii ya, bak görmüyor musun, beyaz nasıl da eşitlemiş herşeyi... Büyülü bir güzellik ile kaplanmış ortalık.. Bembeyaz bir bulutun ortasında gibi, sanki bir pamuk şekerinin içinde gibi, bir çocuğun rüyasında gibi, tam da öyle gibi... Ben gibi, belki de sen gibi, biz gibi...

meleklerin kalbi vardır...
Sana çok ama çok teşekkür ederim sevgili yeni yıl. Bembeyaz bir güne uyanmak, bembeyaz bir yılın başlaması, beyazlar üzerinde gülümseyen melekler, sanki bir şeylerin işareti gibi... 

sevmek güzel şey...
Biliyordum, biliyordum; birgün geleceğini biliyordum! Sen O'sun, sen benim altın yılımsın, seninle başlayan güzellikler ömrüm boyunca sürecek. Ben bunu biliyordum, sahiden de biliyordum...
Hep bugüne hazırlandım belki de. Kimi zaman yavaş yavaş, kimi zaman acele acele...
Ağladım, üzüldüm, içlendim, alındım, darıldım, kızdım, bağırdım, çağırdım; ama güldüm de, sevindim de, umutlandım da, mutlandım da, haykırıp dolu dolu kahkahalar da attım... İşte hepsi bugün içinmiş..

01.01.2016 benim için yeni, taptaze, güpgüzel bir başlangıç oluyor... Apar topar işten ayrılmalarım, apar topar yaptığım ruhsal temizlikler, apar topar kendimi korumaya alışlarım demek hep senin içinmiş....

kar küresinde hayaller...
Biliyor musun, bu yazıyı ben değil, ellerim yazıyor sanki.. Çok garip, cidden çok ama çok garip... Bir o kadar da güzel ve şaşırtıcı ve coşkulu ve büyük ve güzel ve ve ve...

Bu sene bana en sevdiğim arkadaşım, sevgili dostum bir sürü melek hediye etti. Bu sene bana yeni arkadaşım melekli bir bebek hediye etti, o melekli bebeğin aynısından evde de vardı, sevdiğim biri hediye etmişi, iki tane oldular...

melekler arkadaş oldular...
Demek ki bu sene çok ama çok melekli bir yıl beni bekliyor...

O halde bir yeni yıl şarkısı da benden size hediye olsun...




2016 benim, sizin, bizlerin, iyilerin yılı oluyor göreceksiniz; seneye bugün bunu konuşuyor olacağız....

Sevgilerimle, nice mutlu başlangıçlara...

kokinalar, şans çiçekleri...

27 Aralık 2015 Pazar

2015'i uğurlarken mersi'lerden bir demet!

2015'i uğurlarken teşekkürü borç bildiğim şeyler ve insanlar var. Bakalım öyle doğaçlama yazıyorum, unuttuklarım olursa affola.

1-Muhalefet partilerinin gösterdikleri şahane performanslara şapka çıkartıyorum ve bu yazımın başında öncelikle kendilerine teşekkürü bir borç biliyorum. Sayelerinde son yıllarda görev bilerek yakından takip ettiğim politikadan uzaklaştım, huzuru buldum. Şu anda haber bile izlemediğim için memleket meseleleri karşısında çakır keyif bir hal içindeyim. Yani ana başlıkları ister istemez biliyorum, ama linklere tıklamıyorum. Kafam bulanık anlayacağınız. O linklerin içinin çöplük olduğunu bana öğreten ana, yavru, yeğen, kuzen ne kadar muhalefet partisi varsa hepiciğine sevgilerimi iletiyor ve kendilerini 2015'de bırakıyorum. 2016'da benimle değ(ıl)sınız!

2-Madem siyasetten açtık, o halde Ahmet Hakan'a da teşekkür etmeden geçemeyeceğim. “Olur mu şaptan şeker...” şeklinde başlayan atasözünün doğruluğunu sayesinde anlamıştır artık birileri.. Kendisini de 2015'de bırakıyorum, mümkünse 2016'da benden uzak bir yerlerde olsun. Yazsın elbette, basın özgürlüğüne saygımız sonsuz, mesela Zimbabwe'deki yemek kültürünü falan anlatsın. Olmadı, Cihangir'in dansöz oynatılmayan mekanlarında aromalı kahvesini içerek bir sonraki seçimlerdeki adaylığına hazırlanabilir. Kendisine de teşekkürü bir borç biliyorum, ne güzel de esiyor rüzgar oradan buradan...

goodbye 2015
3-Hemen olayı kişiselleştirmem lazım! Zira fazla politik maddelerden gidersem kimbilir ne aksi yorumlar gelir! Ama olayı kişiselleştirmeden önce toplumu tahammülsüz hale getirip kutuplaştıran, kendisi gibi düşünmeyenlere saldırtan zihniyete de bir teşekkür etmem lazım. Çatışma adrenalindir, ne güzel birbirimize laf sokuşturarak zinde kalıyoruz, tişikkirlir sipirmin! Ama mümkünse gelme olur mu 2016'ya! Ben orada artık birbirine saygı sevgi duyan, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpülen, eski Türk filmlerindeki ülkemin naif insanlarını görmek istiyorum mümkünse.

4-Size de teşekkürler ey kapitalistler! Sayenizde 2015'de ne güzel savaşlarımız oldu, ne şahane silahlar satıldı, ekonomi canlandı. Ama yetti gari (da), gelmeyin 2016'ya, geçmişe hapsetme iksirini içirmek istiyorum hepinize...

Welcome 2015!

5-Bir teşekkür de memleketi şantiyeye çevirenlere gitmeli. Yaşasın beton krallığı! Sahi beton dökme makinesi sesine aşık bir çevre bakanı vardı değil mi, ne tatlı ve tontondu! Hepiciğine teşekkürlerimi mikser makineleri ile fışkırtmak geliyor içimden. Coşuyorum adeta!

6-Bir teşekkürü de reyting sistemini değiştirip eğitim kriterini ortadan kaldırarak “onu mu giysem bunu mu giysem, onunla mı evlensem bununla mı evlensem, büyük abi evinde kime ne entrika çevirsem, en güzel ses benim uleynn!” şeklindeki muhteşem programlarla gönlümüzü şenlendirenlere gönderiyorum. Sanat nedir ya, içerik nedir, edebiyat nedir! Boş işler onlar, memleketimizin insanının gevşemeye ihtiyacı var. Bütün tv kanalları tevesekiz gibi olmalı diyen zihniyete teşekkür ediyor ve kendilerini 2015'in renkli dünyasında bırakmak istiyorum.

7-Teşekkür edecek çok kamu kurumu var, ama ben olayı kişiselleştirmek istiyorum. Mesela eski iş yerimin tuhaf kadınlarına çok ama çok teşekkür ediyorum. Detaylara girmeyeceğim, ama sayelerinde “kadınların çoğunlukta olduğu ofislerden uzak durulması gerektiğini” bir kez daha anladım ve gördüm. 2015'de kaldılar Allahtan ve lütfen 2016'da benimle olmasın öyle kadınlar!

2016 güzel olacak!

8-İyi bir işte çalışıp iyi maaş aldığı için övünen, mesela sadece işinden bahsetmek için arkadaşlarını arayan herkese çok teşekkür ediyorum. 2015 sizin yılınızdı, orada kalmalısınız. Belki orada daha çok kazanırsınız!

9-En yakın arkadaşlarının başarısını hazmedemediğini gizlemeyip sivri diliyle laf sokuşturmaya çalışan, moral bozma uzmanı dost görünümlü kişilere de teşekkür borcum var. En azından dürüst oldukları için onları da 2015'de bırakma ödülüyle kutsamak istiyorum.

10- Son olarak kendime teşekkür ediyorum. Saydığım, sayamadığım teşekkürü hak eden herkesi fark edip onları 2016'ya taşımama kararı aldığım için...


Sadeleşmek iyidir.
2016 bütün safraların döküldüğü, bulutlar kadar hafif, melekler kadar saf, çocuklar kadar şirin, şirinler kadar güzel bir yıl olsun... Güzel insanların güzel hayalleri 2016'da gerçek olsun!


Hoşgeldin cici 2016 :)

Sevgiyle efenim, mutlu pazarlar...

not: Varsa sizin de teşekkür etmek istedikleriniz, 2015 bitmeden yorum bırakabilirsiniz aşağıya, aman diyeyim küfür içermesin...


24 Aralık 2015 Perşembe

En Kısa Gecenin Rüyası - Moda Sahnesi

Dün akşam Moda Sahnesi'nde “En Kısa Gecenin Rüyası” adlı Shakespeare uyarlaması müthiş oyunu izledim. İki buçuk saate yakın süren oyun gerçekten de çok keyifliydi.

Orijinal adıyla A Midsummer Night's Dream, 1595 yılında sahnelenmiş ilk kez; yani günümüzden tam 420 yıl önce! Bugün hala bu romantik komedyaya gülebiliyorsak, Antik Yunanistan'da geçen öyküyü günümüzle harman edebiliyorsak, "işte deha budur" demekten ve sanatın gücü karşısında saygıyla eğilmekten başka ne gelir elimizden!

Keyifli ve oldukça interaktif bir masal ortamı yaratılmış salonda. Sahne ortada, karşılıklı dizayn edilen iki oturma bölümü var. Herbir oturma bölümünün yanlarında ve ortalarında oyuncuların yürüyeceği mesafede boşluklar dizayn edilmiş. Dolayısıyla bütün salonu sahne gibi kullanıyor oyuncular. Kah arkanızdan biri çıkıyor, kah yanınızdan biri geçiyor ve siz masalın büyüsüyle daha da bütünleşiyorsunuz. Göz yorucu dekor yok sahnede, sadece 4 adet sıra var o kadar. Böylece oyunculara adapte oluyor ve tamamen hayal gücünüzün akışına kaptırıyorsunuz kendinizi. Duvarları boydan boya kaplayan yeşil led ışıklarla ormanın derinliklerine dalıyor, tavandaki müthiş dekor ve müziklerle, danslarla masalın içine girmeniz hiç de zor olmuyor. Bu arada tavandaki -burada kopya vermeyeceğim- esprili detayların oyunda hiç de öne çıkarılmayan erotizme satır arası bir gönderme olduğunu da belirtmek isterim.
Timur Acar-Didem Balçın (alıntı web)
Oyunun konusundan bahsetmeyeceğim. Sonuçta bu zaten bilenlerin bildiği, bilmeyenlerin ise internet ortamında kolayca özetini bulabileceği meşhur bir metin. Sadece beni etkileyen kısımlarını aktarmak istiyorum.

Olay Antik Yunanistan'da geçiyor. Daha ilk sahnede bir baba var, kızını bir adamla evlendirmek istiyor. Kızı ise başkasını seviyor. Baba diyor ki,

“Ya benim seçtiğim adamla evlenirsin, ya da sonsuza kadar bekar kalırsın!”

Ben işte o noktada direkt ama direkt kendi toplumumuzu düşündüm. Biz hiç ama hiç yol kat edememişiz! Hâlâbabalar kızlarının evlenecekleri adama karışıyor; hâlâkızlar, aşık oldukları adama kaçmaya çalışıyor ve o babaların bir kısmı kızlarını reddediyor, bir kısmı ise söylemeye dilim varmayacak... Gerçi Shakespeare ve çevirmenler benim kadar dramatize etmemişler olayı; komik komik anlatmışlar. “Ben birini severim, o da başkasını!” klişesi çok güzel işlenmiş oyunda. Yerlerde sürünmeler, “köpeğin olayım, sen vicdansız bir mıknatıssın, beni kendine çekiyorsun sözleri... İşte tam da bu noktada oyunculuklar müthişti, güldüm, eğlendim.

Hikayenin devamında aşk iksiri var. Bilirsiniz, peri aşk iksirini damlatıyor birilerinin gözlerine uyurlarken, uyanınca kimi görürlerse ona aşık olacaklar! Tabii ki eşeğe aşık olan da var aralarında. Aşkın aslında bir ilüzyon olduğunu düşündüm tam da o noktada. İnsan bir eşeğe aşık olduğunu belki de hiç fark edemez ya bazen; Shakespeare bunu ne kadar da güzel anlatmış. Aşık olan insanın nasıl da gözünün döndüğünü, nasıl da kendini küçük düşürdüğünü gülümseyerek izledik.

İnsan bazen bir eşeğe aşık olur! ( görsel webden alıntı)

Periler vardı, çok tatlılardı. Onları izlerken de oyunculuklara hayran oldum. Tamamen hayali yaratıkları sahnede canlandırmak ne zor bir şey olsa gerekti! Ve insan hiç mi teklemez bu kadar uzun ve ağır bir metinde. Şahane oynadılar gerçekten de.

Oyun içinde oyun yazmış Shakespeare. Ormandaki periler, zengin düğünü ve bir de tiyatro oyunu hazırlayan bir grup köylü. Bu köylülerle alt sınıf, üst sınıf ayrımını çok güzel vurgulamış yazar yıllar yıllaar öncesinde. Alt sınıf insanlarının duruşu, üst sınıfa karşı kendilerini anlatmak için ezilip büzülmeleri ve kendilerini savunamayıp, üst sınıfın doğrularını hemen kabul edişleri. Bunun yanısıra bilinçsizce gösterdikleri cesaret, biliyormuş gibi konuşmaları... Hani yönetenlerin tabiri caizse “koyun” olarak adlandırdığı, cahil bırakılmış, ama boyun eğen kesim var ya... Batı yakasında değişen bir şey yok anlayacağınız!

Mesela bir bölümünü anlatayım. Güya dük'ün düğününde bir piyes sergileyecekler ve oyunun içinde bir aslan var. Açıklama yapma gereği duyuyor soylulara:

Şimdi bu aslandan korkmasın zarif hanımlar, ben aslında doğramacı Snug'um, oyunda masusçuktan aslan rolü yapıyorum!”

Bu zekice diyalogları kurgulayan Shakespeare, alttan aldıkça kendini ve varlığını hiçe sayan halk tabakası anlatımı ile sanki günümüz insanlarını betimliyordu ve müthişti. Hani bizde de öyledir ya! "Devlet büyüklerimiz en doğrusunu bilir” derler ya hani, şapka çıkarıp yerlere kadar eğilirler ya statüsü yüksek olanın karşısında. Oyundaki dük'ün de, kendinden yaşça büyük köylüye elini öptüren çağımız siyasetçilerinden hiç farkı yoktur aslında!

Ama tam da bu noktada şöyle bir yorumum var. Bu çok çarpıcı olan bölüm, oyunun en sonundaydı ve biz izleyiciler biraz yorulmuştuk. Belki biraz daha kısa olabilirdi, belki de ikinci bir araya ihtiyaç vardı.

Bu bölümde, yönetmen Kemal Aydoğan çok radikal bir yorum yapmış. Köylüler şiveli konuşuyordu, gerçi aralarında mantıklı bir dağılım da vardı. Kimisi Anadolu'nun doğusundan, kimisi de batısından seçilmişti. Ama sanki biraz fazla abartılı gibi geldi bana bu köylü konuşmaları. Yani nasıl diyeyim; perilerin, kralın, kraliçenin, aşıkların olduğu büyülü masaldan çıkıp, Anadolu köylüsü muhabbeti dinlemek biraz beni olaydan kopardı. Tabii ki ben sanat eleştirmeni değilim, ama bir izleyici olarak bu esnaf köylü sahnelerinin çok egzajere edildiğini düşündüm. Bu kadar abartılmasaydı daha iyi olurdu sanki. Ama bu küçük eleştirim yanlış anlaşılsın istemem, oyundan genel olarak tatmin oldum ve çok beğendim.

Melis Birkan - Mert Fırat (web alınıtısı)

Müzikler, kostümler ve sürpriz danslar muhteşemdi. Oyunculuklara gerçekten de hayran kaldım. Timur Acar'ı hep sinemada ve televizyonda birbirine benzeyen rollerde görmüştüm, pek de ilgimi çekmezdi, ama oyunda müthişti. Mert Fırat ve Melis Birkan cidden çok başarılılardı. Erkek peri Puck'a hayat veren Volkan Yosunlu müthişti. Lysander'i oynayan Onur Ünsal'ın özellikle çok iyi kullandığı ses tonuna hayran oldum. İntikam dizisindeki Dicle rolünden tanıdığımız Beyza Şekerci, hem bale hem de oyunculuk eğitimi aldığı için sahneye çok yakışıyordu.

görsel web alıntısı
Son bir notum daha olacak. Gerek okuduğum kitaplarda, gerekse izlediğim oyun ve filmlerde kaba küfüre adapte olamıyorum. Hatta "ivedik" tarzı kaba küfür filmlerinin, ucuz para kazanma amaçlı, sanatla alakası olmayan kandırmacalar olduğunu düşünüyorum. Tamam elbette küfür hayatımızda var, ama bunun sanattaki yansımasının çok zarif biçimleri de var. Keşke devamını hatırlasam; oyunun bir bölümünde “sen çukursun!” gibi bir aşağılama sözcüğü vardı. Hayran kaldım, "edebiyat işte budur!" dedim.  Kolaya kaçıp kaba küfür yazabilirdi ama “çukur” demişti yazar ve ben çok ama çok etkilendim bu sözden...



Sonuç olarak, sevme sevilmeme kaosu, kavuşmalı mutlu sona eren aşk hikayesi, periler, aşağılandıkça yalakalıkta sınır tanımayan halk kitlesi ve Shakespeare'in şiirsel dilinin güzel bir uyarlaması, müthiş bir oyunculukla sizi bekliyor. Ben tavsiye ediyorum, izleyin ruhunuz şenlensin.. Ve oyunda emeği geçen herkesi kutluyorum. 

Bugünlük de benden bu kadar, sevgiyle...
"Kimse sanatsız kalmasın!" der ve kaçarım...