31 Aralık 2015 Perşembe

Heyecanlıyım, çok melekli bir yıl başlıyor!

Sevgili Yeni Yıl, yıllardır karlı yeni yıl sabahına uyanmayı hayal ediyorum, bu sene oldu sayende. En son ne zaman yılbaşı günü kar yağmıştı, hiç anımsamıyorum bile. Belki de ben çocukken... İnsan hayaline sımsıkı sarılırsa gerçekleşiyor bak işte.! Yaşamak böyle bir şey belki de; beklemek, umut etmek, umut ekmek ve sonrasında gümbür gümbür gelen coşku...



karlı sabaha uyanmak ne güzel...
Sabah kalktığımda gördüğüm manzaranın fotoğraflarını çektim acemice. Bu muhteşem görüntülerin izi kalsın istediğimden, ya da bu güzellikleri paylaşabilmek için. Ne bileyim, hiç tanışmasam da arkadaşım olarak kabul ettiğim sevgili "Kalemimden Yazılar" ve "Bahçeperim", Ege illerinde kar göremiyor diye belki de... 
Ege illerinde kar göremeyenlere beyaz kristaller içinden sevgi ve umut göndermeyi istemek ne güzel bir yeni yıl dileği...

kalpsiz olmaz!
İnsan tazeleniyor, insan umut ediyor, insan coşuyor. Yeni yıl da neymiş diyorlar ya, işte bu demek aslında... Böyle benim gibi sabahın kör saatinde kalkıp içinden geçenleri çalakalem yazıvermek demek. Kar tanelerine dokunarak mutluluğu içine çekmek demek...

melekler korusun!
Gördüğüm her yer bembeyaz... Masalsı bir güzellik var sokaklarda. Bütün çöpler örtülmüş, geçmişin bütün izleri silinmiş, bütün kırgınlıklar bitmiş, haksızlıkların hepsi yok olmuş gibi. Kirden, çirkinlikten arınmış gibi her yer ve sanki bütün insanlar yeni doğmuş çocular gibi... En güzel olan da nedir biliyor musun sevgili yeni yıl, eşitlik var karla kaplı sokaklarda!
Tabii ya, bak görmüyor musun, beyaz nasıl da eşitlemiş herşeyi... Büyülü bir güzellik ile kaplanmış ortalık.. Bembeyaz bir bulutun ortasında gibi, sanki bir pamuk şekerinin içinde gibi, bir çocuğun rüyasında gibi, tam da öyle gibi... Ben gibi, belki de sen gibi, biz gibi...

meleklerin kalbi vardır...
Sana çok ama çok teşekkür ederim sevgili yeni yıl. Bembeyaz bir güne uyanmak, bembeyaz bir yılın başlaması, beyazlar üzerinde gülümseyen melekler, sanki bir şeylerin işareti gibi... 

sevmek güzel şey...
Biliyordum, biliyordum; birgün geleceğini biliyordum! Sen O'sun, sen benim altın yılımsın, seninle başlayan güzellikler ömrüm boyunca sürecek. Ben bunu biliyordum, sahiden de biliyordum...
Hep bugüne hazırlandım belki de. Kimi zaman yavaş yavaş, kimi zaman acele acele...
Ağladım, üzüldüm, içlendim, alındım, darıldım, kızdım, bağırdım, çağırdım; ama güldüm de, sevindim de, umutlandım da, mutlandım da, haykırıp dolu dolu kahkahalar da attım... İşte hepsi bugün içinmiş..

01.01.2016 benim için yeni, taptaze, güpgüzel bir başlangıç oluyor... Apar topar işten ayrılmalarım, apar topar yaptığım ruhsal temizlikler, apar topar kendimi korumaya alışlarım demek hep senin içinmiş....

kar küresinde hayaller...
Biliyor musun, bu yazıyı ben değil, ellerim yazıyor sanki.. Çok garip, cidden çok ama çok garip... Bir o kadar da güzel ve şaşırtıcı ve coşkulu ve büyük ve güzel ve ve ve...

Bu sene bana en sevdiğim arkadaşım, sevgili dostum bir sürü melek hediye etti. Bu sene bana yeni arkadaşım melekli bir bebek hediye etti, o melekli bebeğin aynısından evde de vardı, sevdiğim biri hediye etmişi, iki tane oldular...

melekler arkadaş oldular...
Demek ki bu sene çok ama çok melekli bir yıl beni bekliyor...

O halde bir yeni yıl şarkısı da benden size hediye olsun...




2016 benim, sizin, bizlerin, iyilerin yılı oluyor göreceksiniz; seneye bugün bunu konuşuyor olacağız....

Sevgilerimle, nice mutlu başlangıçlara...

kokinalar, şans çiçekleri...

27 Aralık 2015 Pazar

2015'i uğurlarken mersi'lerden bir demet!

2015'i uğurlarken teşekkürü borç bildiğim şeyler ve insanlar var. Bakalım öyle doğaçlama yazıyorum, unuttuklarım olursa affola.

1-Muhalefet partilerinin gösterdikleri şahane performanslara şapka çıkartıyorum ve bu yazımın başında öncelikle kendilerine teşekkürü bir borç biliyorum. Sayelerinde son yıllarda görev bilerek yakından takip ettiğim politikadan uzaklaştım, huzuru buldum. Şu anda haber bile izlemediğim için memleket meseleleri karşısında çakır keyif bir hal içindeyim. Yani ana başlıkları ister istemez biliyorum, ama linklere tıklamıyorum. Kafam bulanık anlayacağınız. O linklerin içinin çöplük olduğunu bana öğreten ana, yavru, yeğen, kuzen ne kadar muhalefet partisi varsa hepiciğine sevgilerimi iletiyor ve kendilerini 2015'de bırakıyorum. 2016'da benimle değ(ıl)sınız!

2-Madem siyasetten açtık, o halde Ahmet Hakan'a da teşekkür etmeden geçemeyeceğim. “Olur mu şaptan şeker...” şeklinde başlayan atasözünün doğruluğunu sayesinde anlamıştır artık birileri.. Kendisini de 2015'de bırakıyorum, mümkünse 2016'da benden uzak bir yerlerde olsun. Yazsın elbette, basın özgürlüğüne saygımız sonsuz, mesela Zimbabwe'deki yemek kültürünü falan anlatsın. Olmadı, Cihangir'in dansöz oynatılmayan mekanlarında aromalı kahvesini içerek bir sonraki seçimlerdeki adaylığına hazırlanabilir. Kendisine de teşekkürü bir borç biliyorum, ne güzel de esiyor rüzgar oradan buradan...

goodbye 2015
3-Hemen olayı kişiselleştirmem lazım! Zira fazla politik maddelerden gidersem kimbilir ne aksi yorumlar gelir! Ama olayı kişiselleştirmeden önce toplumu tahammülsüz hale getirip kutuplaştıran, kendisi gibi düşünmeyenlere saldırtan zihniyete de bir teşekkür etmem lazım. Çatışma adrenalindir, ne güzel birbirimize laf sokuşturarak zinde kalıyoruz, tişikkirlir sipirmin! Ama mümkünse gelme olur mu 2016'ya! Ben orada artık birbirine saygı sevgi duyan, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpülen, eski Türk filmlerindeki ülkemin naif insanlarını görmek istiyorum mümkünse.

4-Size de teşekkürler ey kapitalistler! Sayenizde 2015'de ne güzel savaşlarımız oldu, ne şahane silahlar satıldı, ekonomi canlandı. Ama yetti gari (da), gelmeyin 2016'ya, geçmişe hapsetme iksirini içirmek istiyorum hepinize...

Welcome 2015!

5-Bir teşekkür de memleketi şantiyeye çevirenlere gitmeli. Yaşasın beton krallığı! Sahi beton dökme makinesi sesine aşık bir çevre bakanı vardı değil mi, ne tatlı ve tontondu! Hepiciğine teşekkürlerimi mikser makineleri ile fışkırtmak geliyor içimden. Coşuyorum adeta!

6-Bir teşekkürü de reyting sistemini değiştirip eğitim kriterini ortadan kaldırarak “onu mu giysem bunu mu giysem, onunla mı evlensem bununla mı evlensem, büyük abi evinde kime ne entrika çevirsem, en güzel ses benim uleynn!” şeklindeki muhteşem programlarla gönlümüzü şenlendirenlere gönderiyorum. Sanat nedir ya, içerik nedir, edebiyat nedir! Boş işler onlar, memleketimizin insanının gevşemeye ihtiyacı var. Bütün tv kanalları tevesekiz gibi olmalı diyen zihniyete teşekkür ediyor ve kendilerini 2015'in renkli dünyasında bırakmak istiyorum.

7-Teşekkür edecek çok kamu kurumu var, ama ben olayı kişiselleştirmek istiyorum. Mesela eski iş yerimin tuhaf kadınlarına çok ama çok teşekkür ediyorum. Detaylara girmeyeceğim, ama sayelerinde “kadınların çoğunlukta olduğu ofislerden uzak durulması gerektiğini” bir kez daha anladım ve gördüm. 2015'de kaldılar Allahtan ve lütfen 2016'da benimle olmasın öyle kadınlar!

2016 güzel olacak!

8-İyi bir işte çalışıp iyi maaş aldığı için övünen, mesela sadece işinden bahsetmek için arkadaşlarını arayan herkese çok teşekkür ediyorum. 2015 sizin yılınızdı, orada kalmalısınız. Belki orada daha çok kazanırsınız!

9-En yakın arkadaşlarının başarısını hazmedemediğini gizlemeyip sivri diliyle laf sokuşturmaya çalışan, moral bozma uzmanı dost görünümlü kişilere de teşekkür borcum var. En azından dürüst oldukları için onları da 2015'de bırakma ödülüyle kutsamak istiyorum.

10- Son olarak kendime teşekkür ediyorum. Saydığım, sayamadığım teşekkürü hak eden herkesi fark edip onları 2016'ya taşımama kararı aldığım için...


Sadeleşmek iyidir.
2016 bütün safraların döküldüğü, bulutlar kadar hafif, melekler kadar saf, çocuklar kadar şirin, şirinler kadar güzel bir yıl olsun... Güzel insanların güzel hayalleri 2016'da gerçek olsun!


Hoşgeldin cici 2016 :)

Sevgiyle efenim, mutlu pazarlar...

not: Varsa sizin de teşekkür etmek istedikleriniz, 2015 bitmeden yorum bırakabilirsiniz aşağıya, aman diyeyim küfür içermesin...


24 Aralık 2015 Perşembe

En Kısa Gecenin Rüyası - Moda Sahnesi

Dün akşam Moda Sahnesi'nde “En Kısa Gecenin Rüyası” adlı Shakespeare uyarlaması müthiş oyunu izledim. İki buçuk saate yakın süren oyun gerçekten de çok keyifliydi.

Orijinal adıyla A Midsummer Night's Dream, 1595 yılında sahnelenmiş ilk kez; yani günümüzden tam 420 yıl önce! Bugün hala bu romantik komedyaya gülebiliyorsak, Antik Yunanistan'da geçen öyküyü günümüzle harman edebiliyorsak, "işte deha budur" demekten ve sanatın gücü karşısında saygıyla eğilmekten başka ne gelir elimizden!

Keyifli ve oldukça interaktif bir masal ortamı yaratılmış salonda. Sahne ortada, karşılıklı dizayn edilen iki oturma bölümü var. Herbir oturma bölümünün yanlarında ve ortalarında oyuncuların yürüyeceği mesafede boşluklar dizayn edilmiş. Dolayısıyla bütün salonu sahne gibi kullanıyor oyuncular. Kah arkanızdan biri çıkıyor, kah yanınızdan biri geçiyor ve siz masalın büyüsüyle daha da bütünleşiyorsunuz. Göz yorucu dekor yok sahnede, sadece 4 adet sıra var o kadar. Böylece oyunculara adapte oluyor ve tamamen hayal gücünüzün akışına kaptırıyorsunuz kendinizi. Duvarları boydan boya kaplayan yeşil led ışıklarla ormanın derinliklerine dalıyor, tavandaki müthiş dekor ve müziklerle, danslarla masalın içine girmeniz hiç de zor olmuyor. Bu arada tavandaki -burada kopya vermeyeceğim- esprili detayların oyunda hiç de öne çıkarılmayan erotizme satır arası bir gönderme olduğunu da belirtmek isterim.
Timur Acar-Didem Balçın (alıntı web)
Oyunun konusundan bahsetmeyeceğim. Sonuçta bu zaten bilenlerin bildiği, bilmeyenlerin ise internet ortamında kolayca özetini bulabileceği meşhur bir metin. Sadece beni etkileyen kısımlarını aktarmak istiyorum.

Olay Antik Yunanistan'da geçiyor. Daha ilk sahnede bir baba var, kızını bir adamla evlendirmek istiyor. Kızı ise başkasını seviyor. Baba diyor ki,

“Ya benim seçtiğim adamla evlenirsin, ya da sonsuza kadar bekar kalırsın!”

Ben işte o noktada direkt ama direkt kendi toplumumuzu düşündüm. Biz hiç ama hiç yol kat edememişiz! Hâlâbabalar kızlarının evlenecekleri adama karışıyor; hâlâkızlar, aşık oldukları adama kaçmaya çalışıyor ve o babaların bir kısmı kızlarını reddediyor, bir kısmı ise söylemeye dilim varmayacak... Gerçi Shakespeare ve çevirmenler benim kadar dramatize etmemişler olayı; komik komik anlatmışlar. “Ben birini severim, o da başkasını!” klişesi çok güzel işlenmiş oyunda. Yerlerde sürünmeler, “köpeğin olayım, sen vicdansız bir mıknatıssın, beni kendine çekiyorsun sözleri... İşte tam da bu noktada oyunculuklar müthişti, güldüm, eğlendim.

Hikayenin devamında aşk iksiri var. Bilirsiniz, peri aşk iksirini damlatıyor birilerinin gözlerine uyurlarken, uyanınca kimi görürlerse ona aşık olacaklar! Tabii ki eşeğe aşık olan da var aralarında. Aşkın aslında bir ilüzyon olduğunu düşündüm tam da o noktada. İnsan bir eşeğe aşık olduğunu belki de hiç fark edemez ya bazen; Shakespeare bunu ne kadar da güzel anlatmış. Aşık olan insanın nasıl da gözünün döndüğünü, nasıl da kendini küçük düşürdüğünü gülümseyerek izledik.

İnsan bazen bir eşeğe aşık olur! ( görsel webden alıntı)

Periler vardı, çok tatlılardı. Onları izlerken de oyunculuklara hayran oldum. Tamamen hayali yaratıkları sahnede canlandırmak ne zor bir şey olsa gerekti! Ve insan hiç mi teklemez bu kadar uzun ve ağır bir metinde. Şahane oynadılar gerçekten de.

Oyun içinde oyun yazmış Shakespeare. Ormandaki periler, zengin düğünü ve bir de tiyatro oyunu hazırlayan bir grup köylü. Bu köylülerle alt sınıf, üst sınıf ayrımını çok güzel vurgulamış yazar yıllar yıllaar öncesinde. Alt sınıf insanlarının duruşu, üst sınıfa karşı kendilerini anlatmak için ezilip büzülmeleri ve kendilerini savunamayıp, üst sınıfın doğrularını hemen kabul edişleri. Bunun yanısıra bilinçsizce gösterdikleri cesaret, biliyormuş gibi konuşmaları... Hani yönetenlerin tabiri caizse “koyun” olarak adlandırdığı, cahil bırakılmış, ama boyun eğen kesim var ya... Batı yakasında değişen bir şey yok anlayacağınız!

Mesela bir bölümünü anlatayım. Güya dük'ün düğününde bir piyes sergileyecekler ve oyunun içinde bir aslan var. Açıklama yapma gereği duyuyor soylulara:

Şimdi bu aslandan korkmasın zarif hanımlar, ben aslında doğramacı Snug'um, oyunda masusçuktan aslan rolü yapıyorum!”

Bu zekice diyalogları kurgulayan Shakespeare, alttan aldıkça kendini ve varlığını hiçe sayan halk tabakası anlatımı ile sanki günümüz insanlarını betimliyordu ve müthişti. Hani bizde de öyledir ya! "Devlet büyüklerimiz en doğrusunu bilir” derler ya hani, şapka çıkarıp yerlere kadar eğilirler ya statüsü yüksek olanın karşısında. Oyundaki dük'ün de, kendinden yaşça büyük köylüye elini öptüren çağımız siyasetçilerinden hiç farkı yoktur aslında!

Ama tam da bu noktada şöyle bir yorumum var. Bu çok çarpıcı olan bölüm, oyunun en sonundaydı ve biz izleyiciler biraz yorulmuştuk. Belki biraz daha kısa olabilirdi, belki de ikinci bir araya ihtiyaç vardı.

Bu bölümde, yönetmen Kemal Aydoğan çok radikal bir yorum yapmış. Köylüler şiveli konuşuyordu, gerçi aralarında mantıklı bir dağılım da vardı. Kimisi Anadolu'nun doğusundan, kimisi de batısından seçilmişti. Ama sanki biraz fazla abartılı gibi geldi bana bu köylü konuşmaları. Yani nasıl diyeyim; perilerin, kralın, kraliçenin, aşıkların olduğu büyülü masaldan çıkıp, Anadolu köylüsü muhabbeti dinlemek biraz beni olaydan kopardı. Tabii ki ben sanat eleştirmeni değilim, ama bir izleyici olarak bu esnaf köylü sahnelerinin çok egzajere edildiğini düşündüm. Bu kadar abartılmasaydı daha iyi olurdu sanki. Ama bu küçük eleştirim yanlış anlaşılsın istemem, oyundan genel olarak tatmin oldum ve çok beğendim.

Melis Birkan - Mert Fırat (web alınıtısı)

Müzikler, kostümler ve sürpriz danslar muhteşemdi. Oyunculuklara gerçekten de hayran kaldım. Timur Acar'ı hep sinemada ve televizyonda birbirine benzeyen rollerde görmüştüm, pek de ilgimi çekmezdi, ama oyunda müthişti. Mert Fırat ve Melis Birkan cidden çok başarılılardı. Erkek peri Puck'a hayat veren Volkan Yosunlu müthişti. Lysander'i oynayan Onur Ünsal'ın özellikle çok iyi kullandığı ses tonuna hayran oldum. İntikam dizisindeki Dicle rolünden tanıdığımız Beyza Şekerci, hem bale hem de oyunculuk eğitimi aldığı için sahneye çok yakışıyordu.

görsel web alıntısı
Son bir notum daha olacak. Gerek okuduğum kitaplarda, gerekse izlediğim oyun ve filmlerde kaba küfüre adapte olamıyorum. Hatta "ivedik" tarzı kaba küfür filmlerinin, ucuz para kazanma amaçlı, sanatla alakası olmayan kandırmacalar olduğunu düşünüyorum. Tamam elbette küfür hayatımızda var, ama bunun sanattaki yansımasının çok zarif biçimleri de var. Keşke devamını hatırlasam; oyunun bir bölümünde “sen çukursun!” gibi bir aşağılama sözcüğü vardı. Hayran kaldım, "edebiyat işte budur!" dedim.  Kolaya kaçıp kaba küfür yazabilirdi ama “çukur” demişti yazar ve ben çok ama çok etkilendim bu sözden...



Sonuç olarak, sevme sevilmeme kaosu, kavuşmalı mutlu sona eren aşk hikayesi, periler, aşağılandıkça yalakalıkta sınır tanımayan halk kitlesi ve Shakespeare'in şiirsel dilinin güzel bir uyarlaması, müthiş bir oyunculukla sizi bekliyor. Ben tavsiye ediyorum, izleyin ruhunuz şenlensin.. Ve oyunda emeği geçen herkesi kutluyorum. 

Bugünlük de benden bu kadar, sevgiyle...
"Kimse sanatsız kalmasın!" der ve kaçarım...

22 Aralık 2015 Salı

Muğla'ya çiçekler gönderiyoruz!

Bu yazımda sizlere güzel mi güzel ilimiz Muğla'nın ilçelerine hizmet veren bir çiçekçiden bahsetmek istiyorum.

Beni bilenler bilir, yerel olanı her zaman desteklerim. Yerel esnafımız, yerel ticaret insanlarımız global olan devlerden önce kazansın isterim. Ekmeğimi fırından, sütümü bakkala gelen günlük sütten, sebzemi mahalle manavından almaya özen gösterdiğime göre, Muğla'da yaşasaydım, emin olun çiçeklerimi de Muğla çiçekçilerinden, onların yerel güzelliklerinden alırdım. Niye mi, çünkü memleketimin esnafı kazansın isterim. Sözü fazla uzatmayayım, demem o ki, eğer siz de benim gibi düşünüyorsanız, Muğla ve ilçelerine çiçek göndermek istediğinizde, mugladacicekci.com'u ziyaret edebilirsiniz. Hem çiçek haricinde zarif ve kişiye özel hediyelikleri de var, emin olun pek beğeneceksiniz.


101 gül sepette
Dedim ya, böyle şeylere önem veriyorum. Dükkanını internete taşıyan, çağa uyum sağlamış yerel işletmeleri her zaman sayfamda seve seve konuk eder, onların tanıtımını seve seve yaparım.
 Mesela Muğla'nın güzide ilçesi Bodrum'a taşınan entel arkadaşım olsaydı, ona doğum günü çiçeğini Muğla çiçekçilerinden alırdım. Tıpkı Dalaman'da ailesinin işlettiği kafede garsonluk yapan sevgilisine sürpriz orkideler gönderen zarif aşık gibi... Can Baba'nın izinden yollara düşmüş ve Datça'ya varmış şair ruhlu bir arkadaşım olsaydı; açtığı mütevazı lokantaya hediye diye güzel bir saksı çiçeğigönderirdim. Fethiye'de evliliklerinin 20. yıldönümünü kutlayan sevdiklerime güzel bir buket hediye ederdim, Ölüdeniz'den döndüklerinde odalarındaki sürprizle mutlulukları katlanırdı. Muğla'nın çok da bilinmeyen şirin ilçesi Kavaklıdere'den kız isteyecek delikanlıyı tanısaydım, belki de Muğla çiçekçilerinden 101 tane gül almasını tavsiye ederdim... Öyle ya tek sayıyla göndermek adettendir gülleri... Belki de Köyceğiz'deki halasını ihmal eden bir yeğen olsaydım,özür çiçeğiolarak seçimim cam vazoda bambular olurdu, bilemeyiz...

Ayıcıklı Gül Vazoda

Aslında çiçek hediye etmek için o kadar çok sebep var ki! Marmaris'e tayini çıkan yeğenim olsaydı, O'nun yeni bebeği için hoşgeldin bebek aranjmanıgönderirdim, hastahane odasına yetişsin isterdim...

beyaz güller
Evet, insanın sevdiklerine çiçek göndermesi için bir bahaneye de gerek yok. Mesela Milas'da yaşayan teyzem olsaydı, “içimden geldi çiçeği”olarak pembe lilyumlar gönderirdim, kimbilir sevinçten nasıl da havalara uçardı! Öyle ya teyze anne yarısıdır, sevilir, sevindirmek de gerekir... Muğla'nın Menteşe ilçesinde yaşayan ilkokul arkadaşımdan haberim olsaydı ve nişanlanacağını bilseydim, mesela pembe güller gönderirdim, ne zarif bir sürpriz olurdu!
Ortaca'da butik otel açan üniversite arkadaşıma Benjamin Ficusyakışırdı, Seydikemer'deki yakınım nezle oldu diye (Allah daha büyük hastalık vermesin) saksıda Guzmania çiçeğigönderirdim, moral olur burnunun akıntısı anında geçmez miydi? Tabii ki yerel eşraftan olsaydım, Ula'daki Atatürk Anıtı'na bir çelenk de bırakmak isteyebilirdim. Ama ille de Yatağan'daki teyzemin gönlünü beyaz papatyalarla alırdım....

Benjamin Ficus


Demem o ki, ne olur ne olmaz, isterseniz  Muğla Çiçekçi Facebook sayfasını beğenin siz,belli mi olur, birgün Muğla çiçekçilerine ihtiyacınız olur!

Mis kokulu güzel çiçekleriniz eksik olmasın, sevgiyle...

guzmania



21 Aralık 2015 Pazartesi

Sözün sahibi önemli

Sual: Bir yerde dinimizle ilgili bir söz gördük. Bu sözün sahibine bakmadan, o söze göre amel etmek uygun mudur? Yani bir sözü kimin söylediği veya kim için söylendiği önemli midir?
CEVAPEvet, ikisi de önemlidir. Söyleyenin mezhebi de önemlidir. Mesela, bir kitapta, (İmam arkasında Fâtiha okumak farzdır) diye okuduk. Hemen bizim de okumamız gerekmez. Kimin söylediğine bakarız. Bunu İmam-ı Şâfiî söylemişse, bizi değil, Şâfiî mezhebinde olanları bağlar. İmam-ı a'zamın her sözü de, Şâfiîleri bağlamaz. Hadis-i şerifler de öyledir. Mezhebimizin hükmüne aykırı olan hadis-i şeriflerle amel etmemiz caiz olmaz. Hattâ mezhebimize uygun olanları da anlamamız zordur.

Sözün kim için söylendiği, herkes için mi, yoksa bir kişi için mi, âlime mi, cahile mi söylendiği de önemlidir. Zata mahsus söylenenler umuma şâmil edilemez. Mesela İmam-ı a'zam hazretleri, müctehid talebelerine, (Kaynağına bakmadan benim sözümle amel etmek sizin hiçbirinize caiz olmaz) buyuruyor. Çünkü müctehid kendi ictihadıyla hareket eder. Başkasının sözü onu bağlamaz. Ama biz Hanefiler için İmam-ı a'zam hazretlerinin sözü senettir, hepimizi bağlar. Kaynağını, delilini araştırmak gerekmez. Çünkü Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Dindeki dört delil, müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür, çünkü bizler, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız. Mezhebin bir hükmü, âyete, hadise uymuyor gibi görünse de, yanlış değildir; çünkü âyet ve hadis ictihad isteyebilir, başka bir âyet veya hadisle değişmiş olabilir veya bilmediğimiz bir tevili vardır. (Berika s. 94)

Müctehid bir zatın söylediği söz, görünüşte dine aykırı gibi görünse bile, dine uygun tevil edilir. Sözü senet olmayan, sıradan biri ise, hiç önemi yoktur.

Vasıta ve gaye

Sual: Hakikat Kitabevi’nin kitaplarından başka kitap tavsiye etmediğinizi, hattâ (Benim kitabım bile olsa okumak uygun değildir) dediğinizi işitiyoruz. O zaman, Türkiye gazetesi okumak, web sitelerinizi takip etmek veya radyoda Osman Ünlü Hoca'yı dinlemek de yanlış mı oluyor?
CEVAPHayır, yanlış olmuyor. Yanlış olsa o vasıtalarla hizmet edilmez. Bu yollarla hizmet edildiğine göre faydalıdırVasıtayla gaye karıştırılmamalı. Gaye, doğru kitapların dünyaya yayılmasıdır. Bu kitaplar, yüzlerce Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından tercüme edilerek hazırlanmıştır. İslamiyet, ancak böyle nakli esas alan kitaplardan doğru olarak öğrenilebilir. Biz de bu kitapları okuyor, suallere bu kitaplardan alarak cevap veriyoruz.

Gazete, radyo, TV ve web siteleri bu gaye için çalışan vasıtalardır. Yani bunlar araçtır, kitapların yayılması ise amaçtır. Araçları amaç bilmek yanlış olur. Bu bilinirse mesele kalmaz. Gayeye ulaştıran yollar, vasıtalar kötü değildir. Bu bakımdan Türkiye gazetesi, TGRT veya web siteleri gibi, bu yayınların yapıldığı yerde, herhangi bir birimde çalışanlar da sevabda ortaktır. Bir hadis-i şerif:
(Sual sormakla dört kişi sevaba kavuşur: 1- Sual soranlar, 2- Cevap verenler, 3- Dinleyenler, 4- Bunları sevenler.) [Ebu Nuaym]

Müftünün sözü

Sual: (Hanefî bir kimse, kendi mezhebinde caiz olmayıp başka mezhepte caiz olan bir şeyi ihtiyaçtan dolayı yapmak istese, bunu bir müftüye sorsa, müftü de, “Caizdir, başka mezhebi taklit etmek gerekmez” dese, başka bir müftü de “Gerekir” dese, vatandaş kime sormuşsa onunla amel eder) diyenler var. Günümüzde müctehid müftü mü var da böyle söyleniyor?
CEVAPGünümüzde müctehid müftü yoktur. Günümüzün müftüleri ancak, müctehidlerin, yetkili âlimlerin, fıkıh kitaplarında verdikleri fetvaları nakledebilir. Hanefî olana, Hanefî mezhebindeki hükmü, Şâfiî olana, Şâfiî mezhebindeki hükmü bildirmeleri gerekir. Zaruret olmadan başka bir mezhebe göre fetva verilmez. İbni Hümam ve İbni Abidin hazretleri buyuruyorlar ki: Müftünün müctehid olması lazımdır. Müctehid olmayan müftüler mukalliddir. Müctehid olmayan müftülerin, müctehidleri taklit etmeleri gerektiğinde söz birliği vardır. (Feth-ül-kadir, Redd-ül-muhtar)

Fetva demek, herhangi bir şeyin İslamiyet’e uygun olup olmadığını bildirmek demektir. Yalnız, (uygundur) veya (caiz değildir) demek, fetva olmaz. Bu cevabın, hangi fıkıh kitabının, hangi yazısından alındığını da bildirmek gerekir. Fıkıh kitaplarına uymayan fetvalar yanlıştır. Bunlara bağlanmak caiz değildir. İslam bilgilerini öğrenmeden, bilmeden, âyet-i kerime veya hadis-i şerif okuyup da, bunlara kendi görüşüne göre veya başka mezhebe göre hüküm veren, büyük yanlış içindedir. Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı fıkıh kitaplarına uymayan sözlere ve yazılara itibar edilmez. Maalesef günümüzde, kendini müctehid sayan ve kendi görüşünü din gibi ortaya atan kimseler çoktur.

Hatasız âlim kimdir?

Sual: Âlimlerin birinin ak dediğine, öteki âlim kara diyor. Kusursuz insan olmaz. Âlimler de, insan olduğuna göre, onların da hatası niçin olmasın? Onların sözleri niye dinde senet oluyor?
CEVAP(Müctehid bir âlim, hata etmez) dense yanlış olmaz; çünkü birinin ak dediğine, ötekinin kara deme yetkisini, onlara dinimiz vermiştir. Burada kastedilen, günümüz yazarları ve profesörleri değil, yetkili âlimler, müctehidlerdir. Âlimin ictihadı hatalı bile olsa senettir. Allahü teâlâ ahirette onun ictihadına göre amel edip etmediğimizi soracaktır. Hanefîlere Hanefî mezhebindeki hükümlere, Şafiîlere de Şafiî mezhebindeki hükümlere uyup uymadığı sorulacaktır. Dinimizde âlimlerin yeri büyüktür. Üç âyet-i kerime meali:
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43]

(Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]

(Bunun hükmünü Resule ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83]

Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Peygamber efendimiz de, (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir)buyurdu. (Darimi)

Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) [Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud]

Bilmemek özür olur

Sual: Yurt dışında yaşayıp da, birkaç haramın, haram olduğunu hiç duymadığı için, (Bu haram değil) diyen kâfir olur mu?
CEVAP
Haram olduğunu bilmediği için (Bu haram değildir) diyen kâfir olmaz.S. Ebediyye kitabında, (Müslümanların çoğunun bildiği şeyleri bilmemek, öğrenmemek günah olur. İslam bilgilerinin yaygın olduğu yerde, cehalet yani bilmemek özür olmaz, günah olur) deniyor. Şimdi İslam bilgileri oldukça yaygınsa da, bazı konuları Müslümanların çoğu bilmiyor. Mesela kefirin, kımızın, hattâ müziğin bile haram olduğunu çok kimse bilmiyor. Bilmediği için, (Bunlar haram değildir) derse kâfir olmaz. Meşhur olan bir harama, mesela şaraba, domuz etine helal demek küfür olur.

İlmi Gizlemek

Sual: Dinî sual sorana cevap vermemenin vebali var mıdır?
CEVAPEvet, cevap vermemenin vebali büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bildiği hâlde cevap vermeyen âlimin, Kıyamette ağzına ateşten gem vurulur.) [Tirmizi]

(İlmini gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar her şey lanet eder.) [Darimi]

İlmin kıymetini bilmeyene, ilim öğretilmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek, onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe]

(İlmi layık olmayana öğreten, domuzun boynuna cevher takana benzer.) [İ. Mace]

(Aklın almayacağı şeyi söylemek, fitne olur.) [İbni Asakir]

Hazret-i Ali, göğsünü işaret edip, (Burada yeteri kadar bilgi vardır. Ancak bunu taşıyabilecek biri olsa, hepsini ona anlatırım) buyurdu. Biri, sualine cevap vermeyen âlime dedi ki:
- Sen, (İlmini gizleyene ateşten gem vurulur) hadis-i şerifini bilmiyor musun?
- Eğer sözümü anlayabilecek birine söylemezsem, o zaman bana gem vurulur.

Kur’an-ı kerimde, (Sefihlere, akılsızlara malınızı vermeyin) buyuruluyor. Mal verilmezse, ilim hiç verilmez. Ona ilim vermek fitneye sebep olur. (İhya)

Bilmiyorum denir mi?

Sual: Kendisine güvenilip dinî sual sorulan kimsenin, bilmiyorum demesi doğru mudur? Cevap vermezse güvenimizi yitirmiş olmaz mı?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır. Allah rızası için, bilmediği bir hususta susanın aldığı mükâfat, bildiği hususta konuşanın aldığı mükâfattan az değildir, çünkü cehaleti kabul etmek, nefse çok ağır gelir. (İmam-ı Şabi)

Şeytanı en çok kahreden şey, âlimin (Bilmiyorum) demesidir. Şeytan, (Bunun susması, benim için, konuşmasından daha zararlı) der.(İbrahim Edhem)
İmam-ı Zehebi, İmam-ı Malik’i şöyle anlatır: Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet sahibi, sünnet-i seniyyeye tâbi, fıkıhta, fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zat idi. Fetva vermede aceleciliği sevmez, çok kere (Bilmiyorum) derdi. İlmin kalkanı (Bilmiyorum)demektir, buyururdu. (Tabakat-ül Huffaz)

İlim öğrenen ve öğreten

Sual: İslamî ilim öğrenmek için Arapça öğrenmek şart mıdır? Türkçe muteber bir kitabı, mesela İslam Ahlakı kitabını okumak da, ilim öğrenmek sayılır mı? Bu kitabı başkasına hediye etmek, ilim öğretmek yerine geçer mi?
CEVAPArapça Cennet lisanıdır. Arapça öğrenmek çok kıymetlidir, ibadettir, fakat ilim öğrenmek ayrı, dil öğrenmek ayrıdır. Türkçe bilen ilim sahibi olmadığı gibi, Arapça bilen de mutlaka ilim sahibidir denemez. Arapça bilen gayrimüslimler de vardır. Arapça bilen, muteber Arapça eserleri, Türkçe bilen de, muteber Türkçe eserleri okursa ancak o zaman ilim sahibi olur. Mesela İslam Ahlakı kitabını okuyan, çok lüzumlu bilgileri öğrenmiş olur. Bin kadar kitaptan hazırlanmış Seadet-i Ebediyyekitabını okuyup öğrenen kimse âlim olur. İçinde bildirilenleri ihlâsla tatbik ederse, Allahü teâlânın rızasına da kavuşur, çünkü bu kitapta İslamiyet’le ilgili lüzumlu her şey vardır. Kitabı başkasına vermek de, ilmi yaymak, ilmi öğretmek olur. İlim öğrenmenin ve öğretmenin fazileti ise çok büyüktür.

İlim öğrenmenin faziletiyle ilgili birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir saat ilim öğrenmek, gece sabaha kadar ibadet etmekten, bir gün ilim öğrenmek, üç ay oruç tutmaktan kıymetlidir.) [Deylemi]

İlmin önemi (şiir)

Sual: İlmin dindeki yeri nedir?
CEVAPKur’an-ı kerimde, bilenlerin, ilim sahibi olanların kıymetli olduğu bildiriliyor. Ama her ilim değil, faydalı ilim övülüyor. Faydalı ilmi, gerçek âlimlerin eserlerinden öğrenmek gerekir. Bir şiir:

İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır,
En karanlık yollarda, kıymetli arkadaştır.

İlim gibi yâr olmaz; dosttur o, ağyar olmaz,
Her şeyde zarar olsa, ilimde zarar olmaz.

Her insan ilme açtır, başında altın taçtır,
İlimsiz hayat olmaz, herkes ilme muhtaçtır.

Âlimler de insandır

Sual: Bir arkadaşım önceleri, (Allah'a inanırım; ama peygamberlere inanmam) diyordu. Daha sonra, (Allah'a inanınca peygamberlerine de inanmak gerekir) dedi ve artık peygamberlere de inanıyor; fakat şimdi de, (Mezheplere inanmam, âlimlere inanmam. Âlim de insandır, o da hata eder. Din kitaplarındaki bilgilerin mutlaka doğru olduğu söylenemez. Onlar da insandır, hata edebilir) diyor. Böyle demesi uygun mu?
CEVAPÂlim diye, günümüzdeki yazarları ve profesörleri değil de, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani gibi yetkili âlimleri ve onların eserlerini kastediyorsa kesinlikle uygun değildir. Peygamber efendimiz çeşitli hadis-i şeriflerinde, (Âlimler benim vârislerim, vekillerimdir. Eshabımın hangisine uyarsanız doğruyu bulursunuz) buyuruyor. Vekilin yaptığı işin hükmü, aslın yaptığı işin hükmü gibi geçerlidir. Mezhebe uyan Peygamber efendimize uymuş olur.

(Âlimler de insan, ya hata ederlerse ne olacak?) diye hatıra gelebilir. İctihad makamına yükselmiş bir âlimin hatasını, ictihad derecesine yükselmiş başka bir âlim bile bilemez; çünkü (İctihad ictihadla nakzedilemez) yani onun hükmünü bozamaz, o ictihadı hükümsüz hale getiremez. Onun için müctehidin hatası bilinemez. Onun Allah indinde bir hatası varsa, yine ictihadı için sevab alır. Sevab alınan bir ictihad için hata denmez. (Âlim de insandır, o da hata eder) demek yanlış olup, âlimlere olan itimadı sarsar. Âlimlere itimat sarsılınca hadis-i şeriflere, zayıf veya uydurma gözü ile bakılmaya çalışılır. Bir âlimin, bir hatasını bulduk denirse, öteki sözlerine nasıl itimat edilir ki? Artık o âlimin bütün ictihadlarına şüphe ile bakılır. İslam âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis olmaz. Bir tane var denirse, ötekilere nasıl itimat edilir ki? Hadislere uydurma damgası basmakla, dine olan itimat sarsılmaya başlar. Hadislere itimat kalkınca, Kur’an-ı kerimi açıklayan hadis-i şerifler yok olmuş olur ve herkes, Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre açıklamaya çalışır. Adı İslam da olsa, yerini başka bir din alır.

Gerçek ve sahte âlimler

Sual: Âlimin iyisini, kötüsünü, gerçeğini, sahtesini nasıl anlarız?
CEVAPEhl-i sünnet itikadında olmayan, iyi âlim olamaz. Dört hak mezhepte olmayan ve bu büyüklerden nakletmeyen yani kendi görüşünü dinin emri gibi bildiren kimseden, iyi âlim olamaz. Bid’at ehlini büyük bilen âlim olamaz.

Bunlar ana kaidelerdir. Bunlara uymayanların zaten her yazısı, her sözü yanlış olabilir, zararlı olabilir, yani onda her türlü bozukluk olabilir.

Gerçeğini sahtesini anlamada bazı ölçüler özetle şöyledir:
1- İslam âlimi yerden ot gibi, mantar gibi bitmez, hocasız, icazetsiz, âlim olmaz. Mutlaka Peygamber efendimize dayanan bir silsilesi olur. Mesela, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani ve Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri gibi.

Kevseri ve Şah Veliyyullah

Sual: Bir arkadaş, Zahid ül Kevseri’nin Şah Veliyyullah Dehlevi’yi tenkit ettiğini, bu bakımdan Kevseri’yi muhakkak okumak gerektiğini söylüyor. Bu iki âlim de muteber değil mi?
CEVAPEvet ikisi de muteberdir. Farklı fikirleri olabilir. Bir âlimin ictihadı, öteki âlimin ictihadını nakzedemez, yani onu geçersiz hâle getiremez. Mesela İmam-ı Şafii’nin, İmam-ı a’zamdan farklı çok ictihadı vardır. Bundan dolayı İmam-ı a’zam hazretlerini asla tenkit etmemiştir. Hanefilerle Şafiiler kavga etmiştir diye bazı mezhepsizler yalan yazıyorlar. Çünkü farklı ictihad rahmet olduğu gibi, aynı zamanda, yanlış ictihad eden de sevap alır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari]
(Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki, Deylemi İ.Münavi, İbni Nasr]
Rahmet olan ve sevap alınan bir hususta kavga edilmez. 

Üstad Ne Demektir?

Sual: Üstad ne demektir? Kumar üstadı, Müzik üstadı dendiği gibi, 33. dereceli masonlara büyük üstad deniyor. Din büyüklerine, mezhep imamlarına, Peygamberlere de üstad demek caiz olur mu?
CEVAPÜstad, ilim veya sanatta üstün olan kimse demektir. Bu bakımdan din büyüklerine, mezhep imamlarına ve hatta Peygamberlere de üstad denir. Peygamber efendimiz, insanlığın hocası, üstadı olduğu içinüstad-ül beşer denir.

Aşağıdaki bilgilerin hepsi Seadet-i Ebediyye’den alınmıştır:
Ebu Bekri Sıddık âriflerin başı ve sıddıkların reisidir. Sıddîkın üstadı Resulullah aleyhi ve alâ alihissalatü vesselam idi.

Musa aleyhisselam, mantık ilminin üstadı iken, Hızır aleyhisselamdan ilim öğrenmeye geldi.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlim üstaddan öğrenilir.) [Buhari]

Gün Günü Arattırır

Sual: Eski devirlerde müctehid âlimler ve evliya zatlar çok idi. Şimdi eskisi gibi çok olmayışının hikmeti ne olabilir?
CEVAPAsr-ı saadetten uzaklaştıkça insanların bozulacağını, iyi kimselerin çok azalacağını Peygamber efendimiz haber veriyor. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(İnsanların en hayırlısı asrımdaki Müslümanlar [Eshab-ı kiram] dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin] dir. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin]dir. Bunlardan sonra yalan yayılır. Bunların sözlerine ve işlerine inanmayın!) [Buhari]

(İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar, halkı yoldan saptırırlar.) 
[Buhari] 

(Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur.)
 [Hadika]

(Allahü teâlâ bir âlimin ruhunu alırsa, bu İslam’da açılan bir gedik olur. Kıyamete kadar onun boşluğu doldurulamaz.)
 [Deylemi]

(Kıyamet, yalnız kötü insanların üzerine kopar.) [Buhari]

(Bu din garip olarak başladı, sonu da garip olur.) [Tirmizi]

(Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid'atler yayılır. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atçiler, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur. O zamandaki Müslümanlar, sudaki tuz, sirke içindeki kurtçuk gibi zor şart altında yaşarlar, dinlerini korumaları güçleşir, avuçtaki ateş koru gibi, bırakırsa söner, tutarsa elini yakar.)
 [Şir’a]

(Ahir zamanda zalim idareci ve yalancı âlimler gelir. Onların yardımcısı olmayın.)
 [Hatib]

(Kıyamete doğru Kur’an okuyan çok, âlimler az, olur. İlim yok olur. Kargaşalık çoğalır. Yine öyle bir zaman gelir ki, müşrik müminle aynı konuda tartışır.)
 [Hâkim]