5 Kasım 2015 Perşembe

KİTLELERİN ZEKASI NASIL İŞLER

Bilgisiz ve cahil kitlelerin oylarıyla seçilen bir hükümetin topluma faydası olur mu?
Ekonomiden, hukuktan, dış politikadan, siyasetten anlamayan insanların yaptıkları seçimden bir ülkeye fayda gelir mi?
Bir ülkeyi kimin yöneteceğine eğitimsiz kitleler yerine seçkinler karar verse daha iyi olmaz mı?
Daha iyi eğitimli, daha kültürlü, daha görgülü, daha köklü ailelerden gelen insanların yöneteceği bir ülke bütün toplum kesimleri için daha iyi sonuçlar vermez mi?
Seçkin bir azınlığın yöneteceği bir ülke daha çağdaş daha uygar bir yer olmaz mı?
Francis Galton böyle düşünen ünlü bir bilim adamıydı.
 Ona göre ülke yönetimi seçkin bir gruba teslim edilmeliydi. Ülkeyi yönetecek sınıf özel olarak yetiştirilmeliydi.
Bu sınıfı yaratmak sadece eğitimle olacak bir iş değildi, bunun için daha derine inmek lazımdı.
 Bu amaca ulaşmak için Galton, seçilmiş kişilerin birbirleriyle evlendirilmeleri gerektiğini düşünüyordu.
Üstün insanların evliliklerinden doğacak çocuklar saf bir ırk oluşturacaktı.
Böylelikle daha iyi genlere sahip olan insanların yöneteceği bir ülkenin hayat kalitesi yükselecekti.
Bir toplumun ırkını iyileştirerek daha nitelikli bir toplum yaratma düşüncesine Öjenizm (Eugenics) deniyor.

Yirminci yüzyılın başında popüler olan bu düşünce Nazi ideolojisini besleyen en önemli unsurlardan biri oldu.
 İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’da Nazi iktidarında milyonlarca Yahudi’nin katledilmesiyle sonuçlanan bir insanlık dramından sonra Öjenizm düşüncesi terk edildi.
Kimse bunu dile getirmez oldu.
Bu düşünce terk edildi ama zihinlerimizde hala izleri duruyor. Toplumun bazı kesimleri hala “seçkin azınlığın” ülkeyi daha iyi yöneteceğine inanıyor.
Aslında ülkeyi elit (seçkin) bir azınlığın yönetmesi fikri çok daha eskilere dayanır. Eğitimsiz kitlelerin kendi çıkarlarını bilmeyecek kadar cahil olduğu ve kendilerini yönetecek insanları seçme konusunda ehliyetli olmadıkları fikri Fransız İhtilali döneminde Jakobenler (Jacobins) tarafından savunulan bir fikirdi.
Jakobenler, eğer “donsuzlara” (sans culottes) (yani o zamanların işçileri ve esnaflarına) oy hakkı verilirse bunların kendilerine benzer insanları seçecekleri tehlikesine işaret ediyorlardı.
Jakobenlere göre devletin seçkin bir azınlık tarafından yönetilmesi gerekliydi; ülke yönetimi “donsuzlara” emanet edilemeyecek kadar ciddi bir işti.
Hepimizin bildiği gibi, 1789’da Fransa’da geniş halk kitlelerinin “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” talepleriyle başlayan ihtilal, hem Fransa’ya hem de diğer Batı ülkelerine demokrasiyi getirdi. Jakobenlerin seçkinci, tepeden inmeci fikirleri yenilgiye uğradı; eşitlik fikri kazandı.
Kazandı kazanmasına ama bugün hala batı ülkelerinde bile demokrasinin gerçekten iyi bir yöntem olup olmadığını tartışanlar var.
Bu görüşü savunanlar eğitimsiz kitlelerin doğru seçim yapamayacağını düşünüyor.
 Onlara göre bir ülkenin geleceğine eğitimsiz insanların yön vermesi felaketle sonuçlanabilecek kadar tehlikeli bir durum. (Dağdaki Çobanla Doktorun Oyu Aynı Mı?)
Bizim ülkemizde de “halkı” ve “halkın zevklerini” küçümseyerek seçkin azınlığı yüceltenler var.
Demokrasiye inananlarmızın bile içinde bir şüphe vardır; bir türlü emin olamazlar.
 Ne de olsa halk, eğitimsiz ve bilinçsiz bir sürüdür; kendi başına karar alamaz, alsa da bu karar isabetli olmaz.
Fakat yapılan deneyler tam tersini söylüyor: Geniş kitleler doğru karar alma konusunda son derece yetkin ve beceriklidir . Üstelik bu deneyler bize geniş kitlelerin uzmanlardan oluşan küçük bir azınlığa kıyasla çok daha isabetli kararlar aldığını kanıtlıyor. Kulağa ters geliyor; ama eğer yeterince büyük ve çeşitliliği olan bir kitle oluşturulursa bu kitlenin ortak aklı, onu oluşturan bireylerin akıllarının toplamından daha üstün oluyor. (Biz Benden Akıllıyız) Kitlelerin Bilgeliği kitabının yazarı James Surowiecki’ye göre karar vericilerin sayısı ne kadar azalırsa hatalı karar alma ihtimali de o kadar artar.
 Bunun tersi olarak da özellikle toplumsal konularda eşit derecede bilgilendirilmiş farklı özellikteki kişiler, birbirlerinden bağımsız olarak oy kullanırlarsa kararlar o kadar isabetli olur.
 Bir oylamada insanlar birbirlerinden ne kadar farklı düşüncelere sahip olurlarsa aralarındaki görüş farkı ne kadar fazla olursa oylamanın sonucu o kadar isabetli olur.
Türkçeye de çevrilen “Kitlelerin Bilgeliği” kitabında yazar, birçok örnek vererek hiç eğitimi olmayan, oylama yaptıkları konular hakkında hiç uzmanlıkları bulunmayan insanların nasıl isabetli kararlar verdiklerini anlatıyor.
 Şaşırtıcı bir şekilde, büyük kalabalıklar konunun uzmanlarına göre çok daha doğru karar veriyorlar.
Surowiecki’ye göre,
1. Eğer bir oylama sırasında her katılımcıya eşit derecede bilgi verilirse
 2. Oy kullananlar birbirlerinden farklı düşüncelere sahip olurlar ve bu düşüncelerini özgür olarak oy sandığında ifade edebilirlerse
 3. Sandık başında gittiklerinde kendilerinden önce oy kullananların hangi oyu kullandıklarını bilmeden oy kullanırlarsa 78kitlenin ortak kararı her zaman en isabetli karar olur. Kitabın en eğlenceli kısmı ise seçkin bir azınlığın daha iyi karar verdiğini ispatlamak üzere deneyler yapan Francis Galton’un bile kendi yaptığı deneylerde geniş kitlelerin kararlarının daha doğru olduğu sonucuna varması. Riİster ülke ister şirket yönetimi söz konusu olsun, tek bir kişi veya dar bir yönetici grup yerine daha geniş kesimlerin katılmasıyla alınan kararların kalitesi daha yüksektir.
 Siyasette de şirket yönetiminde de kendi içine kapanan küçük bir grup önünde sonunda yanlış yapar.
-Siyasi liderlerden beklenen, katılımı artıracak ortamı hazırlamaktır.
Bir toplumda katılımcılık ne kadar artarsa alınan kararların isabeti de o ölçüde artar.
James Surowiecki “En iyi kararlar fikir birliği, fedakarlık ve uzlaşmanın değil tam aksine muhalefet ve çatışmanın ürünündür.” der.
Toplumsal ve siyasi konularda kitlelerin iyi bir seçim yapması için iyi eğitimli olmasına gerek yoktur. Demokratik bir ortam ve uygun koşullar yaratıldığında kitlelerin seçimi isabetli olur.
Fakat bu fikri kabullenmek kolay değildir. Eğitimli olanların daha iyi karar vereceklerine inanırız.
Bundan iki yüz yirmi iki sene önce Fransız İhtilali döneminde insanlığın varmış olduğu akıl düzeyini bugün hala tartışmaya devam ediyoruz. İki asır önce Fransa’da demokrasi fikri galip gelmişti; ama bugün hala bu fikri tam anlamıyla benimsemiş değiliz.
Toplumun kolektif olarak aldığı karar, bireysel olarak bizim hoşumuza gitmeyebilir. Böyle düşünmek yerden göğe kadar hakkımızdır. Bu kararın bize uyması ya da uymaması, bizim işimize gelip gelmemesi ayrı bir konudur.
Amacım, “Kitlelerin sağduyusunu kabul edelim, demokrasinin gereği budur.” gibi klişe bir söylemi tekrarlamak değil.
Demokrasiye elbette inanıyorum; ama bunun ötesinde: Bazı kesimlerde yaygın olan “Eğitimsizler doğru seçim yapamazlar.” iddiasının aksine karar alma konusunda kalabalıkların azınlıklara kıyasla daha iyi performans gösterdiklerine dikkat çekmek istiyorum.

Büyük kalabalıkların, özellikle toplumsal konularda, “kolektif bir zekâya” sahip olduğunu düşünüyorum.

Hiç yorum yok: